• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

İyotkokusu.com

Hoş geldiniz!

Edebiyat Köşesi
Saat
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.413134.5510
Euro36.357136.5028
Site Haritası

İYOT KOKUSU

www.iyotkokusu.com /Edebiyat





                                                              İYOT KOKUSU

  

İlerideki zamanlarımda yani çalışa çalışa iyice posam çıktıktan sonra ki, öyle görünüyor bu gidişle, işte o zaman gerçekleştirmek istediğim en büyük hayalim; emekli olup burada ki, yani İstanbul'da ki evimi de kiraya verip, İstanbul'dan uzaklaşmak yani kaçmak kısacası her şeyden ve güney de bir yerlere, küçük bir sahil kasabasına veya şirin bir balıkçı köyüne, daha doğrusu yoğun iyot kokusu alabileceğim, denizi adeta ciğerlerime doldurabileceğim bir yere gidip yerleşmektir…

İkiz çocuklarım şu an 3,5 yaşındalar ama okula başlamış dahi olsalar ben bu hayalimi yine de gerçekleştirmek isterim, aslına bakarsanız benim düşüncem, onları okula istanbul'da hiç göndermeden kaçıp gitmek bu şehirden ama olmuyor işte, ne hikmetse eğitim deyince elim kolum bir şekilde bağlanıveriyor …

İyot kokusu demiştim ya, işte bu koku, bu tat, bu dinginlik hissiyatı aslında benim doğuştan alışkın olduğum şeyler biliyor musunuz, çünkü bu koku bana doğduğum yerleri, annemi babamı hatırlatıyor, çocukken oynadığım oyunları ve arkadaşlarımı (ibo, timuçin, pamir, şişko murat, korsika, minik, elvis, hortis vs ) hatırlatıyor, ayrıca bildiğim bilmediğim  tüm günahlarımı ve sevaplarımı da hatırlatıyor…Bu arada unutmadan hatırlatayım; arkadaşlarımdan İbo, Orhan Gencebay hayranı, Timuçin de Ferdi Tayfur hayranıdır. Hem de çok koyu bir şekildedir onların bu sanatçılara olan hayranlıkları, öyle ki, bu ustalara gıyabında laf söyletmez, toz kondurmaz, kara çaldırmaz, amiyane tabirle namuslarına halel dahi getirtmezler! Bir taraftan batan güneş, diğer yandan derbeder oldum şarkıları, dinler dururduk beraber olduğumuz zaman dilimlerinde... Aramızda kalsın ama Timuçin, Ferdi'yi iyi taklit ettiği kadar Orhan'ı da güzel söylerdi Allah için, bence öyleydi?

İlk aşkımı ve kısacası yaşadığımı hatırlatıyor bana...İyot kokusu diyorum çünkü; bu koku bana denizsiz bir hayat yaşayamayacağımı hatırlatıyor. Üst katımızda oturan balıkçı komşularımız Reşat Ağabey ve ailesini hatırlatıyor, oğulları Hasan ağabeyi, kızları Yasemin ablayı ve de onunla okula gidiş gelişlerimizi hatırlatıyor. O Lise üçüncü sınıfta okuyordu, bense Orta sondaydım (sırf onun yanında bir erkek olsun diye beni yanında gönderirlerdi) Onunla bazen okuldan gelince ders yapardık, çay içer ve annesinin yaptığı tarçınlı kurabiyelerden yerdik. Ben ondan sadece üç yaş küçük olmama rağmen bizi evde pek yalnız bırakmazlardı, çünkü küçük yerdi yaşadığımız yer nede olsa, belki laf olurdu da mazallah kızın adı filan çıkardı?..

Küçük yerdi diyorum, sahi size doğduğum yerden bahsetmedim daha; benim doğduğum ve büyüdüğüm yer, Zonguldak ilinin güzel bir ilçesi olan küçük ve şirin bir sahil kasabası; Karadeniz Ereğli’dir.Ülkenin en büyük ağır sanayi kuruluşlarından birisi olan Ereğli Demir ve Çelik Fabrikası da burada olduğu için çok göç aldığı söylenirdi ve daha da büyüyecek burası derdi babam? Dediği gibi de oldu zaten…Benim en son hatırladığım askere giderken elli binli rakamlardaydı tabela ama bugün yüz binin üzerinde bir sayıya ulaşmış bildiğim kadarıyla  kdz.ereğli'nin nüfusu ...

Bana arada bir lodos da vurması lazım, gerçi lodos bende çok baş ağrısı yapıyor ve çok fena çarpıyor beni ama, bir sahil kasabasında yaşayayım da geri kalan ömrümde varsın hep lodos çarpsın beni, yeter ki hayalim gerçekleşsin hepsine katlanırım ben bu yürekle...

Poyraz veya karayel'i de yemem lazım benim arada bir, gerçi kuzey rüzgarları da çok soğuk olur ama deniz olsun balık olsun da katlanırım ben, dediğim gibi yeter ki ben iyot kokusu alabileyim, yeter ki hayallerim gerçekleşsin...

Deniz olan yerde sis de bir başka olur, ayrı bir melankoli katar sahil kasabalarının havasına, martı çığlıklarıyla beraber, sanki bir film sahnesinden çıkmışçasına çöker kasabanın üstüne bir karabasan gibi...

Sisin içinde giderken, önüne ne çıkacağını kestiremezsin, bildiğin yerlerden geçerken bile korkarsın, için ürperir ve martı çığlıkları da farkında olduğun bu korkunu abarttıkça abartır...

Küçük sahil kasabaları ve balıkçı köylerinde hayat böyledir işte, içindesindir ve hayat hissettirir sana kendini havasıyla, kokusuyla ve de o küçük çığlıklarıyla...

İşte, sırf bu yüzden iyot kokusunu almam lazım benim, yaşadığımı anlamam için ve hayatın içinde olduğumu hissedebilmem için...

Balıkçı komşularımız balığa çıkacakları gecenin akşamında bize ve diğer komşularına gelip, helallik alırlardı, adet böyleydi herhalde. Peşinden de eklerlerdi çocukları yollayın da sabah limana, balık alsınlar aslan parçaları... Biz kardeşim nihat'la ertesi sabah gider ve beklerdik limanın ağzında, o küçücük yüreklerimizdeki martı çırpınışları ile... Önce martıların cılız sesleri gelirdi uzaklardan, sonra martılar görünürdü oldukça kalabalık, tıpkı gelin arabasının peşinden koşuşturan çocuklar gibi. En son balıkçı motorları görünürdü üzerlerin de martıların oluşturduğu yoğun beyaz bulutla ve suya oturmuş büyük bir deniz ejderhası heybetiyle...

Yaklaştıkça sesleri daha da bir artırırdı heybetlerini motorların, sonra yol keserlerdi liman ağzından içeri girerlerken ve o zaman biraz daha yükselirlerdi suda ve daha da bir heybetlenirlerdi sanki...

Balık kasaları istiflenmiş üst üste, ağlar yıkanıp asılmış mataforalara, açık güverteleri silme balık dolu ve ayaklarında çizmeleri, ellerinde küreklerle balık doldururlardı kasalara tayfalar motor yaklaşırken bile, ne çok balık olurdu o zamanlarda ne bereketliydi ama deniz...

Sonrasında bir hengamedir bir kargaşadır kopardı motorların başında ama yarı bayram havası tadında olurdu bu kargaşa. Önce madrabazlar çıkardı motora, yerinde taptaze satın almak için balığı, bağrış çağrış el tutuşup üç aşağı beş yukarı ve aldım sattım sözcükleri çıkana kadar ağızlardan ve kopana kadar sallanan kolların yorgun düşmesiyle birlikte satılırdı balık...Ter-ü taze ve üzerindeki fosforun da yaydığı göz kamaştırıcı parlaklıkta cilalanmış gibi... ve bize gelirdi sıra yani bekleyenlere ama torpilli olarak alırdık biz balığımızı komşumuz sayesinde...

Taşıyamadığımız ağırlıkta torbalarla o zamanlarda alışmıştı çocuk bedenlerimiz eve bir şeyler getirmenin gururunu yaşamaya...ve koca bir kedi ordusu ile beraber girerdik mahalleye,ve bu ganimetten orduya da payını dağıtan komutan edasıyla daha da büyürdü adımlarımız yoğun iyot kokusu bırakarak geçtiğimiz o sokaklarda...

Eve geldikten hemen sonra akşam için hazırlıklara başlardı annem, yoğun balık ve anason kokulu bir akşamın ön hazırlıklarıydı bunlar. Anason kokulu diyorum çünkü rakısız balık yenmez derdi babam, mundar olurmuş balık, hem de ağlarmış... Zaten açmasıyla birlikte rakı şişesinin kapağını, camlardan giren iyot kokusuna karışırdı taze balığın ve anasonun kokusu...

Biz mutluyduk o zamanlarda ve huzurlu bir tablonun içinde koşup oynaşan taylar gibiydik adeta, babamın da kendi tabiriyle demlendikten sonra, annemi de eşlik ettirerek mırıldandığı şarkılarla daha da fazla coşardık fondaki o anason ve balık kokulu iyodi akşamlarda...

Yine iyot kokulu bir sabahta öğrendim böyle mutlu ve huzurlu geçirilen akşamların sabahında bile güne mutsuz ve de umutsuz başlanabileceğini çünkü öyle bir sabahta öğrendim ben öğrenci olmanın zorluğunu, işçi olmanın zorluğunu, esnaf olmanın zorluğunu hatta kitap okumanın bile ne zor şey olduğunu? Amcam oğlu sayesinde...

Asker olmanın gururunu gördüm insanların yüzlerinde, demokrasilerde çarelerin tükenmediği masalını? ve de gerekirse askıya alınabileceğini de öğrenmiş oldum; halkın adına ve halkın hür iradesine rağmen...

O sabah ,iyot kokusu tank egzostlarına karışmış, martı sesleri bile susmuş, yerini çelik paletlerin asfalt üzerinde bıraktığı ve adeta yürekleri kazıyan bir serenada bırakmıştı? Hem de halkın kurtuluşu için masalı fon kullanılarak yapılmıştı bu? Belki de miğferlerin altındaki yüzlerde gördüğüm o mağrur ifadeydi bende bu duyguyu oluşturan düşünce...

İyot kokulu bir eylül ayının on ikinci sabahıydı bu bahsettiğim masal sabahı ve bin dokuz yüz seksen senesiydi iyi hatırlıyorum o sabahı, çünkü birbirine karışmış yoğun iyot kokusu ve tank egzostlarını, tıpkı martıların çığlıklarını bile susturan çelik paletlerin asfaltı kazıması gibi kazıdım hafızama ve o çocuk yüreğime...Ekmek hamuru almaya gittiğim o çarşı yolundan koşar adım eve geri dönerken, sahil arkamda kalmıştı ve martıları hala görebiliyordum. Ama çığlıkları gelmiyordu artık kulağıma…

İşte iyot kokusu benim için bu yüzden çok önemli ve de hayatidir. Bu kokuyu alamazsam eğer yaşadığım sevinçleri ve hüzünleri, annemi ve babamı, ilk aşkımı, balıkçı komşularımızı, martıların o sessiz çığlıklarını, eve ekmek getirmenin haklı gururunu ve de en son anason kokulu o iyodi akşamdaki mutlu ve huzurlu tablonun içinde koşup oynaşan tayları, arkamdaki o kedi ordusunu, yasemin ablayı ve tüm o güzel sesleri askıya alıp bastıran mekanik serenadı bile unutacakmışım gibi geliyor…

Kısacası iyot kokusu, benim hayatın içinde olduğumu duyumsayabilmem  ve ayrıca aidiyet bağlarımı, köklerimi unutmamam için de çok önemli bir yere sahiptir...

Selam olsun o günlere, yaşadığım, gezdiğim, oynadığım o yerlere, K.d.z Ereğli Orhanlar mahallesinde ki tüm komşularımıza ve tüm okul ve okul dışı arkadaşlarıma, özellikle de çocukluğumu olumlu yönde şekillendiren ilkokul öğretmenim Hazım Gök'e...

Üzerimde emeği ve hakkı geçen herkese ama ayrım olmadan herkese, ayrı ayrı şükranlarımı bir borç bilirim...
 
Otobiyografik bir hikayedir.



Yazan: Murat TEKİNEŞ



Yorumlar - Yorum Yaz